one flew over the cuckoo's nest

sunset
1975 yapımı milos forman yönetmenliğinde çekilen kült filmlerden bir tanesidir. ken kesey'in romanını filme uyarlayan forman gayet güzel de bir film ortaya çıkarmıştır. filmin başrollerini jack nicholson (randle patrick mcmurphy), louise fletcher (nurse mildred ratched) ve danny de vito (martini) paylaşmaktadır. film tamamiyle güzellikleri içinde barındırır. bunca insan deliyken bir tek bizler mi akıllıyız dedirtir.
randle patrcik mcmurphy'nin hapishane hayatından sonra bir baltaya sap olamamasının nedeninin araştırılması için bir sinir ve ruh hastalıkları merkezine gönderilmesiyle film başlar. filmi güzel kılan versuslardan birisi kendisinin deli ya da deli olmadığını kanıtlama gibi bir vazife içinde görmemesi, zamanı dolduğunda (kendi tahmini süresi çok kısa bir süre; iplerin kendi elinde olduğunu zannetmektedir) çıkıp gidebileceğini varsayar.
işlerin tıkırında gitmesi imkansızlaşacak derecede bir karmaşaya dönüşür ve orada ruh ve sinir hastaları ile beraber terapi görmektedir.
diğerlerinin birbirinden farklı rahatsızlıkları olsa da mcmurphy'nin gelişinden sonra birçoğu için mutlu olmaya yetecek şeyleri gözler önüne sermişlerdir. onlarla parti yapması, otobüsü kaçırıp balık tutmaları onları moral olarak üstün seviyeye çıkartacaktır.
mcmurphy ile hiçbir şekilde anlaşamayan, uzlaşamayan hemşiremiz hep kendi bildiğini okur. ne kadar gıcık edici bir karakteri olsa da terapist bir doktor olması onun o şekilde davranması gerektiğini ve kendi bildiği doğruları yapmasını bizlere vura vura gösterdiler.
içeride olaylar gelişirken mcmurphy kendisini dumura uğratacak bir varyasyonu duyar ve tamamiyle kendisini bir hüzün kaplar, ruh hastaları olarak nitelendirdiğimiz birkaç kişinin kendi istekleri doğrultusunda gönüllü olarak oraya katıldıklarını ve diledikleri zaman çıkıp gidebileceklerini, kendisinin ise ancak doktorların öngörmesi üzerine çıkıp gideceğini öğrenmesiyle birlikte kaçış planları düzenlemeye başlar.
filmin başından beri dans eden bir amcamız var o ne güzel bir oyuncu öyle, bir otur soluklan yiğenim dercesine her neyse.
filmde billy adında kendi isteklerini yapmakta güçlük çekip korkak gibi yaşayan, herkesten çekinen bir de üstüne kekeme olan bir oyuncumuz var. onun bile kendisine olan özgüvenini sağlamaya yetecek harekette bulunan ana karakterimiz çok iyi bir iş becermiştir aslında.
filmin başından beri sağır ve dilsiz olarak nitelendirilen iri yarı cüsseli bir beyimiz var. tabii ki o da işin püf noktası. onun bile tezgahını bulan ana karakterimiz gayet iyi bir şekilde onunla da samimi olur. kanada'ya gitme arzusu olan kızılderili arkadaş filmin sonunda kaçar gider fakat ana karakteri öldürür de gider.
aslında ana karakterle birlikte gidecekleri kesin olduğu halde bir olay meydana gelir, billy istenmeyen olayı yapması neticesinde kendisinin korkutulduğunu farkedip intihar girişiminde bulunur. sonuç olarak ölür. bunu gören ana karakterimiz tamamiyle aklı başı yerinde olduğu halde delirir.
delirmesi sonucu bütün dünya ile iletişimi kopan birisinin daha da acı çekmemesi adına iri yarı arkadaşımız şef tarafından yastıkla boğulup öldürülür.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol